Kategori arşivi: antropoloji

Hayvan eziyetinden insan şiddetine: Kısa derleme

Nurdan SEZGİN1

Kütahya Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Adli Bilimler Bölümü, Kütahya, Türkiye

Özet

Hayvanlar uzun yıllardır deney, av, eğlence gibi birçok amaçla istismar edilmektedir. Bunların dışında hayvanlara yönelik şiddet içeren eylemlerin varlığı da bilinmektedir. Hayvan istismarının insanlara yönelik şiddetle ilişkisi olup olmadığı uzun yıllardır çalışılan bir konudur. Buna rağmen hayvan istismarını başlı başına bir suç olarak araştırmak ihmal edilmiştir. Hayvanlara yönelik şiddetin sinyalleri çocukluk döneminde de kendini göstermektedir. Bununla birlikte birçok çalışmacı bu konuyu kişilerin ruh sağlığıyla da ilişkilendirmiş; birçok seri katilin hayvan eziyeti geçmişi olduğu yönünde çalışmalar öne sürmüşlerdir. Bu çalışmanın amacı, hayvanlara yönelik eziyetin çocukluk dönemi ve ruh sağlığıyla ilişkisine değinmek, seri katillerin hayvan zulmü geçmişini incelemektedir.

Anahtar Kelimeler: Hayvan eziyeti, Şiddet, İstismar, Seri katiller

Giriş

Duyguları olan ve acıyı hissedebilen hayvanlar; deneyler, avlanma, eğlence amaçlı kullanım (sirk gibi), endüstriyel kullanım gibi amaçlarla uzun yıllardır zarar görmektedir. Uzun yıllardır hayvan istismarının insanlara yönelik şiddetle ilişkisi olup olmadığı yönünde çok sayıda çalışma yapılmaktadır. Fakat bu çalışmalar yine de hayvan istismarını başlı başına bir suç olarak araştırmayı ihmal etmiştir (Ford et al., 2021). Oysa ki hayvanlara eziyet, genel olarak şiddetin provasıdır (Arluke et al., 1999).

Tarihte Pisagor, Kant, Gandhi gibi birçok düşünür insanlara yönelik şiddet ile hayvan istismarı arasında önemli bir ilişki olduğunu ileri sürmüşlerdir (Beirne, 2004). Suçlu profilleri üzerine yapılan çalışmalar kişilerin neden ve nasıl suç işlemeye başladığını uzun yıllardır araştırmaktadır. Bu çalışmaların önemli bir kısmı hayvanlara eziyet etmenin ileride insanlara yönelik suç olarak tanımlanacak çeşitli eylemlerin bir başlangıcı olabileceğini savunmaktadır. ‘Şiddetin şiddeti doğurduğu’ anlayışıyla yola çıkan, bir kısmını kriminolog ve psikiyatristlerin oluşturduğu araştırmacılar, aşırı şiddet eyleminin belirtisi olarak hayvanlara yapılan eziyete dikkat çekmişlerdir (Wright & Hensley, 2003; Leary et al., 2003; Verlinden et al., 2000; Arluke &Madfis, 2014). 

Hayvanlara yönelik suç olarak ifade edilen eylemler üzerine yapılan çalışmalarda “eziyet, istismar, ihmal, şiddet” gibi farklı terimler kullanılmaktadır. Rowan (1999) bu kavramlar arasında ayrım yapmaktadır. Eziyet eyleminde kişi genellikle hayvanın acısını gözlemler ve bundan hoşlanır. Örneğin, bir kedinin kuyruğunu yakan kişinin, onun acı içinde kaçışını izlemekten keyif alması. İstismar ise kişinin hayvanlara yönelik yüksek düzeyde güç kullanmasını içermektedir. Örneğin, kişinin bacağına sürtünen bir kediyi tekmelemesi (Rowan, 1999). 

Ascione (1993) hayvanlara yönelik eziyeti, bir hayvanın kasıtlı olarak gereksiz acı, ıstırap veya sıkıntıya girmesine ve/veya ölümüne neden olan, sosyal açıdan kabul edilemez davranış olarak nitelendirmiştir (Ascione, 1993). Bazı çalışmacılar hayvan istismarını, bazı insanlarda görülen ahlaki kusurların bir belirtisi olarak ifade etmişlerdir (Taylor, 2004). Hayvanlara zarar veren kişilerin insanlar için bir tehlike oluşturacağı düşünülmektedir. Hayvanlara karşı eziyeti alışkanlık haline getirenlerin (Campbell, 2002), partnerlerine ve çocuklarına karşı saldırgan davranışlar sergileme ihtimallerinin daha yüksek olduğu (Arkow, 1995; Ascione, 1996); şiddet mağduru olanların hayvanlara zarar verme olasılıklarının yüksek olduğu ve bu kişilerin ileride insanlara karşı da saldırgan olma ihtimallerinin yüksek olduğu (Kellert & Felthous, 1985; Ressler et al., 1988) ifade edilmiştir. 

1968 yılında Mcdonald tarafından yapılan bir çalışmada, küçük hayvanlara saldırmanın, insanlara karşı aşırı eziyetin öncülerinden biri olduğu ifade edilmiştir (Mcdonald, 1968). Şiddet içeren eylemler sergileyen suçlular ile şiddet içermeyen suçlara karışan kişiler arasında hayvanlara eziyet etme oranlarının şaşırtıcı ölçüde benzer olduğu ifade edilmektedir (Patterson-Kane & Piper, 2009). 

Literatürde uzun yıllardır yapılan birçok çalışmada hayvanlara yönelik şiddetin, insanlara karşı yapılacak şiddetin bir başlangıcı olma niteliğinde olduğu ifade edilmiştir. Bu çalışmanın amacı, hayvanlara yönelik eziyetin çocukluk dönemi ve ruh sağlığıyla ilişkisine değinerek, seri katillerin hayvan zulmü geçmişini incelemektedir.

Çocukluk dönemi ile hayvan eziyeti ilişkisi

Hayvanlara eziyet etmenin temelinde empati eksikliği olduğu düşünülmektedir (Miller, 2001).  Çocuklar, kısmen sosyalleşme konusunda deneyimlerinin aile içi şiddeti içermesi sebebiyle hayvanları istismar etmeyi öğrenebilirler (Flynn, 2001). Hayvan eziyetine ve genel olarak şiddete tanık olan, istismarcı bir ortamda büyüyen çocukların ileride hayvanları istismar etme olasılığının daha fazla olduğu öne sürülmüştür (Hensley & Tallichet, 2005; Haden & Scarpa, 2005). Ayrıca cinsel istismar mağduru çocukların hayvanlara eziyet etme yaygınlığının, istismara uğramamış çocuklara göre altı kat daha fazla olduğu ifade edilmiştir (Ascione et al., 2003). Çalışmalar, çocukların hayvanlara yönelik zulmü öğrendiklerini ve uyguladıklarını, insanlara karşı şiddete yönelmeden önce şiddet davranışının sonuçlarına karşı duyarsızlaştıklarını göstermektedir (Johnson, 2018).

Okul öncesi çocukların yeterince denetlenmemeleri, okul çağı çocukların ise istismar ve şiddete maruz kalmaları sebebiyle hayvanlara eziyet ettikleri ifade edilirken, ergenlik dönemindeki çocukların antisosyal kişiliğin bir belirtisi olarak hayvanlara eziyet ettikleri düşünülmektedir (Ascione & Lockwood, 2001). 

Bazı katillerin çocukluklarında arkadaşlarını ve anne babasını öldürmeden önce çok sayıda hayvana işkence ettiği (Petersen & Farrington, 2007), kedi ve köpekleri kasalara kapatıp, birbirlerine zarar verişlerini izleyerek zevk aldığı (Lockwood & Hodge, 1998; Schechter & Everitt, 1996), annesini ve arkadaşlarını öldürmeden önce kedileri doğrayıp parçalarını sakladığı, diri diri gömdüğü, tekrar mezardan çıkarıp odasında sergilediği (Schechter & Everitt, 1996), bilinmektedir.

Ressler et al. (1983) 36 sadist katili inceledikleri bir çalışmada, bu katillerin yarısına yakınının geçmişlerinde hayvanlara eziyet ettikleri bilgisine ulaşmışlardır (Ressler et al., 1983). Langevin et al. (1983) bazı çocuk katillerinin hayvanlara eziyet ettiğini kaydetmişlerdir (Langevin et al., 1983). Başka bir çalışmada, sadist seri katillerin her tür hayvan istismarı dikkate alındığında %90’a yakınının daha yaygın olarak hayvan istismarı işlediklerini ifade etmişlerdir (Levin & Arluke, 2009). 

Dadds et al. (2002) çalışmasında, hayvanları istismar etme motivasyonunda gelişimsel olgulaşmamışlık ve kötü niyet arasında ayrım yapmaktadır. Olgunlaşmamış çocuk insani şiddete hiçbir zaman başvurmayabilir. Fakat kötü niyetli bir genç, sadistçe saldırılarının provasını yapar. Hayvanlara yönelik saldırılarını gerçekleştirmek için toplumsal açıdan değerli veya kültürel açıdan insanileştirilmiş olan hayvanları (kedi ve köpekler) seçmektedirler (Dadds et al., 2002). Önceleri hayvanlara uygulanan şiddet, sonrasında insanlara uygulanacak olan şiddetin bir provası olarak ifade edilebilir. Bu tür insanların kurbanın karşısında güçlü hissetmek adına gerçekleştirilen sadist eylemlerle kurbanlarını kontrol etmeye çalıştıkları düşünülmektedir (Arluke & Madfis, 2014). Bir çalışmada, şiddet uygulayan mahkumların çocukken hayvanlara şiddet uygulamalarının, şiddet uygulamayan mahkumlara ve mahkûm olmayanlara göre önemli ölçüde daha sık olduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla çocukluk döneminde hayvanlara eziyet etme eylemi, sadece rahatsız bir kişi veya ailede olabilecek diğer şiddet türleri hakkında bilgi vermez; ayrıca şu anda başkalarına karşı şiddet uygulayan veya uygulayabilecek kişilerin tahmin edilmesini de sağlayabilir (Flynn, 2012). 

Çalışmalar gösteriyor ki çocukluk döneminde hayvan istismarı, şiddet deneyimleri ve davranışsal sağlık sorunları arasındaki yollar karmaşık ve çok yönlüdür. Bu nedenle bu davranışı gösteren çocuklarla çalışan hekimlerin bu davranışsal bozuklukları anlayarak yaklaşması oldukça önemlidir (Wenocur & VanFleet, 2024).

Ruh sağlığı ile hayvan eziyeti ilişkisi

Birçok şekilde meydana gelen hayvanlara kötü muamele vakalarında, kişilerin zihinsel sağlık sorunlarına ve davranışsal ilişkilerine çok az dikkat çekilmiştir (Ekizoğlu, 2023; Levitt, 2023). Hayvanlara kötü muamele suçlularına yönelik ampirik olarak desteklenen müdahalelerin eksikliği göz önüne alındığında, bu faktörlerin belirlenmesi özellikle önemlidir (Levitt, 2023).

Genel olarak hayvan istismarı, akıl hastalığının, kusurlu kişiliğin ve/veya sonraki dönemlerde suçluluğun bir habercisi olarak görülmektedir (Flynn, 2012). 

Bir hasta, hayvanlara ilişkin psikotik sanrılara/algılara dayanarak bir hayvanı yeni öldürmüşse bu, bu tür sanrılar üzerinden harekete geçmeye hazır olduğunun bir işareti olabilir. Şiddet içeren bir suç işlemiş bir kişinin adli değerlendirmesi yapılırken, psikotik hayvan öldürme olasılığı da dikkate alınmalıdır (Felthous & Hirsch, 2024).

Resmi bir tanı konmuş olmasa da çocukluk döneminde davranış bozukluğu olan kişilerin yetişkinlikte antisosyal kişilik bozukluğuna sahip olduğu öne sürülmektedir (Gleyzer et al., 2002). İleri derecede hayvan eziyeti, diğer antisosyal davranışların yanında, akıl sağlığı açısından önemli bir davranış bozukluğu oluşturabilecek anormal saldırganlığa işaret etmektedir (Felthous & Hirsch, 2024). Cinsel sadizm ile psikopatinin cinsel cinayetlerle önemli ölçüde ilişkili olduğu ifade edilmiştir (Chan, 2021). Dolayısıyla hayvanlara yönelik sadist davranışlar, seri cinayetlerin en yaygın örneği olan seri cinsel cinayetlerle tutarlıdır (Felthous & Hirsch, 2024). 

Yetişkinlikteki antisosyal davranışlarla ilişkilendirilen (Gleyzer et al., 2002) hayvan istismarı, davranış bozukluğunun bir bileşeni olarak tanımlanmaktadır (Wilson & Norris, 2003). Hayvan istismarı da dahil birçok şiddet davranışı psikopati ile ilişkilendirilmiştir (Rock et al., 2021; Dads et al., 2006; Stuperich & Strack, 2016). Aynı şekilde alkol kullanım bozukluğu, ailede antisosyal davranış öyküsü, obsesif kompulsif bozukluk ve histrionik kişilik bozukluğu ile hayvan eziyeti arasında güçlü ilişkiler olduğu öne sürülmüştür (Vaughn et al., 2009). 

Hayvan eziyeti geçmişi olan seri katiller

Özellikleri çocuk döneminde belirgin hale gelen psikopati, pişmanlık ve empati eksikliği, çevreye karşı azalan duygusal tepki, başkalarını kendi çıkarları için duyarsızca kullanma ve suç davranışları geliştirmeye karşı yatkınlıkla karakterize edilen nörolojik bir hastalıktır (Van Dongen, 2020; Mota-Rojas et al., 2022; Simons et al., 2008; Cleckley, 1976). Davranış bozukluğunun ilk belirtilerinden biri olan hayvanlara karşı eziyet, bu davranışlardan biri olabilir (Overton et al., 2012). 

Bir seri katilin davranış biçimi ve psikolojik özellikleri bir anda ortaya çıkmaz; yıllar içinde gelişen bir süreçten oluşurlar. Çocukluk dönemindeki bazı davranışlar (hayvanlara eziyet gibi) bu istismarlara işaret edebilir. Bu davranışlar bireyin güç kullandığı durumlarda ortaya çıkabilmektedir. Çoğu durumda birey, gücünü başkaları üzerinde yeniden teyit etmektedir (Herrmann, 2022; Casoy 2017).

Yakın çevreleri tarafından seri katiller genellikle “sakin” olarak tanımlanmışlardır. Çocukluklarında sıklıkla hayvanlara işkence ettikleri bilinmektedir (LaBrode, 2007). Bazı seri katillerin gençliklerinde hayvanlara uyguladıkları şiddet içeren eylemleriyle ilgili (Johnson & Becker, 1997);

  • Evinin çevresindeki kuş, tavşan, kedi ve köpeklerin bulunduğu, günde 10’a kadar hayvanı öldürdüğü (vurma, boğma, bıçaklama, ateşe verme),  
  • Biyoloji dersinde bir domuz cenini çaldığı ve kendi başına parçalara ayırdığı,
  • Merak ettiği hayvan dokularının bir kısmının tadına baktığı,
  • Hayvan diseksiyonu yaparken cinsel olarak heyecan duyduğu,
  • Hayvanların kafataslarını odasında sergilediği,
  • Öldürdüğü hayvan parçalarıyla mastürbasyon yaptığı, yönünde ifadeleri bulunmaktadır (Johnson & Becker, 1997).

Hayvanlara eziyet, seri katillerin ayırt edici özelliğidir (Ressler et al., 1996). Hayvanlara yönelik eziyet ile seri katiller arasında bir ilişki olduğu düşünülmüş (Wright & Hensley, 2003), hayvan eziyetine çocukluk veya ergenlikte hayvan istismarı eylemleriyle başlayan psikopatların ve seri katillerin davranışsal geçmişinin bir bileşeni olduğu ifade edilmiştir (Morales-Vives et al., 2019). Hayvanlara eziyet ile insanlara yönelik şiddet arasındaki bu tehlikeli ilişkiyi ele almanın en önemli yolu erken müdahaledir (Johnson, 2018). Hayvanlara eziyet eden seri katillerin ortak paydasının, zevk için acı verme arzusu olduğu öne sürülmektedir (Levin & Arluke, 2009). 

Çocukluklarının korkunç anılarını dengeleme ihtiyacı, seri katillerin neden çocukken hayvanları istismar ettiğini açıklıyor. Öfke ve intikam duygularını hayvanlara aktarırlar ve bu eylemlerinden zevk duyarlar. Bu his ve davranış şekli bir süre sonra savunmasız ve işkence gören köpek yavrusundan, savunmasız ve işkence gören bir insana yönelir. Anormal davranışları, sapkınlıkları, güçsüzlük ve yetersizlik duygusunu gizlemeye devam eden ve kontrol edilemeyen seri cinayet döngülerine doğru evrilir (Knight, 2006). Seri katiller arasında bile hayvanlara eziyet yönünden bir ayrım öne sürülmüştür. Kurbanlarına uzun süre işkence yapan seri katillerle işkence yapmayan seri katiller karşılaştırıldığında, uzun süre işkence yapanların gençliklerinde hayvanlara işkence yapmış olma olasılığı daha yüksek bulunmuştur (Stone, 2007). 

Çalışmacılar seri cinayetlerde zulmün nasıl ortaya çıktığını anlamaya çalışmışlardır. Dolayısıyla hayvan zulmünün bir işaret olabileceği düşünülmüştür (Arluke et al., 2018). Seri katillerin önemli bir yüzdesi hayvanlara zulmetmektedir (Wherry et al., 1995; Ressler et al., 1996; Verlinden et al., 2000). Hayvanlara eziyet eden seri katillerin arasında en göze çarpan örneklerin (Ted Bundy, Albert DeSalvo, Edmund Kemper gibi), evcil hayvanları istismar ettikleri, aile üyeleriyle birlikte hayvanlara eziyet ettikleri, kedi ve köpekleri kutulara koyup ok attıkları, hamile kedileri ateşe verdikleri, üzerlerine sıcak su döktükleri bilinmektedir (Felthous & Hirsch, 2024; Fox et al., 2017). 

Patolojik ve yıkıcı narsistler olarak tanımlanan seri katiller, dünyaya olan öfkelerini ve kıskançlıklarını, başkalarına saldırarak ve onlara korkunç şekilde davranarak göstermektedirler. Çocukluk döneminde yaşanan istismar deneyimlerinin ve bunun psikanalitik sonuçlarının tek başına seri cinayetleri anlamanın bir yolu olduğunu düşünmek doğru olmaz. Birçok kişi çocukluğunda istismar edilmektedir; fakat bu çocukların hepsi seri katil olmamaktadır (Knight, 2006).

Sonuç

Dünyanın birçok yerinde uzun yıllardır hayvanlar farklı şekillerde istismar edilmektedir. Bu istismar içerisinde en tehlikeli olanı hayvanlara çeşitli yollarla ve uzun süreli olarak eziyet edilmesidir. Bir canlıya eziyet etmek başlı başına insanlık dışı bir eylem olarak değerlendirilmelidir. Özellikle bu canlı savunmasız bir tür olduğunda bu tablo çok daha vahşi bir görüntü kazanmaktadır. Birçok araştırmacı hayvanlara yönelik şiddet içeren eylemlerin ileri dönemlerde insanlara yönelik şiddet eylemlerine evrileceğini savunmaktadır. ‘İnsan şiddetinin provası’ olarak görülen hayvan eziyeti göründüğünden çok daha tehlikelidir. Bu sebeple yasaların, hayvanlara yönelik suç teşkil eden eylemleri değerlendirirken bu konuya daha geniş bir pencereden bakmaları gerekmektedir. Birçok çalışmanın sonucu değerlendirilerek söylenebilir ki empati ve merhamet yoksunu yetişkin bir bireyin insanlara karşı empati ve merhamet göstermesini beklemek akılcı bir yaklaşım olmayacaktır.

NOT: Yazının orijinal haline buradan ulaşabilirsiniz:

DOI: 10.23880/ijfsc-16000381

Kaynaklar

Arkow P. (1995). Breaking the cycle of violence: A practical guide. Almeda, CA: Latham Foundation.

Arluke A, Levin J, Luke C, Ascione F. The relationship of animal abuse to other forms of antisocial behavior. Journal of Interpersonal Violence, 1999;14:963-975.

Arluke A, Madfis E. Animal abuse as a warning sign of school massacres: A critique and refinement. Homicide Studies, 2014;18(1):7-22. doi: 10.1177/1088767913511459

Ascione FR, Friedrich WN, Heath J, Hayashi K. Cruelty to animals in normative, sexually abused, and outpatient psychiatric samples of 6- to 12-year-old children: Relations to maltreatment and exposure to domestic violence. Anthrozoos, 2003;16:194-212. doi: 10.2752/089279303786992116

Ascione FR, Lockwood R. (2001). Cruelty to animals: Changing psychological, social, and legislative perspectives. In Human Society of the United States (Ed.), The State of Animals (pp. 39-53). Gaithersburg, MD: Humane Society Press.

Ascione FR. (1996). Domestic violence and cruelty to animals. Amelda, CA: Latham Foundation.

Ascione FR. Children who are cruel to animals: A review of research and implications for developmental psychology. Anthrozoos, 1993;6(4):226-247. doi: https://doi.org/10.2752/089279393787002105

Beirne P. From animal abuse to interhuman violence? A Critical review of the progression thesis. Society & Animals, 2004;12(1):39-65. doi:10.1163/156853004323029531

Campbell A. The admissibility of evidence of animal abuse in criminal trials for child and domestic abuse. Boston College Law Review, 2002;43:463-486.

Casoy I. (2017). Um analise especifica sobre serial killer: Louco ou Cruel? (2nd edition) Sao Paulo: WWC.

Chan HCO. Sexual sadism and psychopathy in sexual homicide. In AR Felthous & H Saß (Eds.), The Wiley International Handbook on Psychopathic Disorders and the Law, vol. 1, Diagnosis and Treatment (pp. 693-712). Chichester, UK: John Wiley & Sons Ltd.

Cleckley H. (1976) The Mask of Sanity. MO: Mosby

Dadds MR, Turner CM, McAloon J. Developmental links between cruelty to animals and human violence. The Australian & New Zealand Journal of Criminology, 2002;35:363-382.

Dads MR, Whiting C, Hawes DJ. Associations among cruelty animals, family conflict, and psychopathic traits in childhood. Journal of Interpersonal Violence, 2006;21(3):411-429.

Ekizoğlu SA. (2023). How animal abuse is related to interpersonal violence. In: Animal Abuse and Interpoersonal Violence: A Psycho-Criminological Understanding (Eds. HCO Chan, RWY Wong), Wiley.  https://doi.org/10.1002/9781119894131.ch7

Felthous AR, Hirsch MA. (2024). Toward a classification of animal maltreatment. In: Animal Abuse & Interpersonal Violence (pp. 213-242), HCO Chan, RWY Wong (Eds.), Hoboken, NJ: John Wiley &Sons, Inc.

Flynn CP. (2012). Understanding Animal Abuse: A Sociological Analysis. NY: Lantern Books, Brooklyn.

Flynn CP. Acknowledging the “zoological connection”: A sociological analysis of animal cruelty. Society and Animals, 2001;9(1):71-87.

Ford J, Alleyne E, Blake E, Somers A. A descriptive model of the offence process for animal abusers: Evidence from a community sample. Psychology, Crime & Law, 2021;27(4):324-340. https://doi.org/10.1080/1068316X.2020.1798430

Gleyzer R, Felthous AR, Holzer CE. Animal cruelty and psychiatric disorders. Journal of American Academy of Psychiatry and the Law, 2002;30:257-265.

Haden SC, Scarpa A. Childhood animal cruelty: A review of research, assessment, and therapeutic issues. The Forensic Examiner, 2005;23-32

Hensley C, Tallichet SE. Learning to be cruel? Exploring the onset and frequency of animal cruelty. Int J Offender Therapy and Comparative Criminology, 2005;49(1):37-47. doi: https://doi.org/10.1177/0306624X04266680

Herrmann MC, Costa BM, Weber CAT. Serial killers: Behavioral and psychological characteristics. EC Psychology and Psyvhiatry, 2022;11(2):105-108.

Johnson BR, Becker JV. Natural born killers?: The development of the sexually sadistic serial killer. J Am Acad Psychiatry Law, 1997;25(3):335-348.

Kellert SR, Felthous AR. Childhood cruelty toward animals among criminals and noncriminals. Human Relations, 1985;38(12):1113-1129. doi: https://doi.org/10.1177/00187267850380120

Knight ZG. Some thoughts on the psychological roots of the behavior of serial killers as narcissists: An object relations perspective. Social Behavior and Personality, 2006;34(10):1189-1206. doi: 10.2224/sbp.2006.34.10.1189

LaBrode RT. Etiology of the psychopathic serial killer: An analysis of antisocial personality disorder, psychopathy, and serial killer personality and crime scene characteristics. Brief Treatment and Crisis Intervention, 2007;7(2):151-160. doi:10.1093/brief-treatment/mhm004

Langevin R, Paitich O, Orchard B, Handy L, Russon A. Childhood and family background of killers seen for psychiatric assessment: A controlled study. Bull Am Acad Psychiatry Law, 1983;11(4):331-341.

Leary MR, Kowalski RM, Smith L, Phillips S. Teasing, rejection, and violence: Case studies of the school shootings. Aggressive Behavior, 2003;29:202-214. doi: 10.1002/ab.10061 

Levin J, Arluke A. (2009). Reducing the Link’s false positive problem. In: The link between animal abuse and human violence. (A. Linzey Ed.). Eastbourne: Sussex Academic Press.

Levin J, Arluke A. (2009). Refining the link between animal abuse and subsequent violence. In A. Linzey (Ed.), The link between animal abuse and violence (pp. 163-171). Eastbourne, UK: Sussex Academic Press.

Levitt L. (2023). Substance abuse and animal maltreatment. In: Animal Abuse and Interpoersonal Violence: A Psycho-Criminological Understanding (Eds. HCO Chan, RWY Wong), Wiley. https://doi.org/10.1002/9781119894131.ch14

Lockwood R, Hodge GH. (1986). The tangled web of animal abuse: The links between cruelty to animals and human violence. In R. Lockwood, FR Ascione (Eds.), Cruelty to animals and interpersonal violence (pp.77-82). West Lafayette, IN: Purdue University Press.

Mcdonald JM. (1968) Homicidal Threats. Springfield, IL: Charles C. Thomas.

Miller C. Childhood animal cruelty and interpersonal violence. Clinical Psychology Review, 2001;21(5):735-749. doi: https://doi.org/10.1016/S0272-7358(00)00066-0

Morales-Vives F, Cosi S, Lorenzo-Seva U, Vigil-Colet A. The inventory of callous-unemotional traits and antisocial behavior (inca) for young people: Development and validation in a community sample. Front Psychol, 2019;10(713):1-12. doi: 10.3389/fpsyg.2019.00713

Mota-Rojas D, Monsalve S, Lezama-Garcia K, Mora-Medina P, Dominguez-Oliva A, Ramirez-Necoechea R, Garcia RDCM. Animal abuse as an indicator of domestic violence: One health, one welfare approach. Animals, 2022;12(977):1-22. https://doi.org/10.3390/ani12080977

Overton JC, Hensley C, Tallichet SE. Examining the relationship between childhood animal cruelty motives and recurrent adult violent crimes toward humans. Journal of Interpersonal Violence, 2012;27(5):899-915. doi: 10.1177/0886260511423256

Patterson-Kane EG, Piper H. Animal abuse as a sentinel for human violence: A critique. J Soc Issues, 2009;65(3):589-614. doi:  https://doi.org/10.1111/j.1540-4560.2009.01615.x

Ressler RK, Burgess AW, Douglas JE. (1988). Sexual homicide-Patterns and motives. Lexington, MA: Lexington Books.

Ressler RK, Burgess AW, Douglas JE. Rape and rape-murder: One offender and twelve victims. Am J Psychiatry, 1983;140:36-40. doi: https://doi.org/10.1176/ajp.140.1.36 

Ressler RK, Burgess AW, Hartman CR, Douglas JE, McCormack A. Murderers who rape and mutilate. Journal of Interpersonal Violence, 1996;1(3):273-287. doi: https://doi.org/10.1177/08862608600100300

Rock RC, Haugh S, Davis KC, Anderson JL, Johnson AK, Jones MA, Salekin RT. Predicting animal abuse behaviors with externalizing and psychopathic personality traits. Personality and Individual Differences, 2021;171(110444):1-6. doi: https://doi.org/10.1016/j.paid.2020.110444

Rowan AN. (1999). Cruelty and abuse to animals. In: FR Ascione and P Arkow (Eds.) Child abuse, domestic violence and animal abuse (pp.328-334). West Lafayette, IN: Purdue University Press.

Schechter H, Everitt D. (2006). The A to Z encyclopedia of serial killers. New York: Pocket Books.

Simons DA, Wurtele SK, Durham R. Developmental experiences of child sexual abusers and rapists. Child Abuse & Neglect, 2008;32(5):549-560. doi: https://doi.org/10.1016/j.chiabu.2007.03.027

Stone M. Violent crimes and their relationship to personality disorders. Personality and Mental Health, 2007;1:138-153. doi: 10.1002/pmh.18 

Stupperich A, Strack M. Among a German sample of forensic patients, previous animal abuse mediates between psychopathy and sadistic actions. J For Sci, 2016;61(3):699-705. doi: 10.1111/1556-4029.13057 

Taylor A. ‘Pig-sticking princes’: Royal hunting, moral outrage, and the republican opposition to animal abuse in nineteenth- and early twentieth-century Britain. History, 2004;89:30-48.

Van Dongen JDM. The empathic brain of psychopaths: From social science to neuroscience in empathy. Front. Psychol, 2020;11(695):1-12. doi: https://doi.org/10.3389/fpsyg.2020.00695

Vaughn MG, Fu Q, DeLisi M, Beaver KM, Perron BE, Terrell K, Howard MO. Correlates of cruelty to animals in the United States: Results from the national epidemiologic survey on alcohol and related conditions. Journal of Psychiatric Research, 2009;43(15):1213-1218. doi: https://doi.org/10.1016/j.jpsychires.2009.04.011

Verlinden S, Hersen M, Thomas J. Risk factors in school shootings. Clinical Psychology Review, 2000;20(1):3-56. doi: https://doi.org/10.1016/S0272-7358(99)00055-0

Wenocur K, VanFleet R. Animal Assisted Play Therapy® for childhood animal abuse following exposure to family violence: A case example. People and Animals: The International Journal of Research and Practice, 2024;7(1):1-14.

Wilson P, Norris G. Relationship between criminal behavior and mental illness in young adults: Conduct disorder, cruelty to animals and young adult serious violence. Psychiatry, Psychology and Law, 2003;10(1):239-243. doi: https://doi.org/10.1375/pplt.2003.10.1.239

Wright J, Hensley C. From animal cruelty to serial murder: Applying the graduation hypothesis. Int J Offender Therapy and Comparative Criminology, 2003;47:71-88. doi: https://doi.org/10.1177/0306624X0223927

İSKELETTEN TRAVMA ANALİZİ 

Adli antropolojinin çalışma alanlarından biri de iskeletten travma analizidir. Üzerinde yumuşak dokunun bulunmadığı veya az bulunduğu insan iskelet kalıntılılarını inceleyerek ölüm anındaki kişinin yaş, cinsiyet, köken ve boy tahmininin yapılması, iskelette oluşabilecek antemortem, perimortem ve postmortem travmaların yanı sıra geçirmiş olabileceği hastalık bulgularının tespit edilmesini ve sonrasında ise iskeletin kimliklendirmesinin yapılmasını sağlar. Bir adli antropoloğun görevi iskelet üzerinde yukarıda saymış olduğumuz incelemelerin dışında, yaptığı incelemeleri yorumlamak ve maktulün muhtemel ölüm sebebi hakkında yorum yapmaktır. 

Vücuttaki herhangi bir bölgenin veya tamamının bir etkiye maruz kalması sonucunda, o bölgedeki yumuşak doku ve/veya kemik dokuda meydana gelen yaralanma, kesilme, kırılma ve deformasyonların tümüne travma denmektedir. Adli vakalarda travmalar beş farklı yönden ele alınabilir. En önemlilerinden birisi olan bireyin ölüm nedeninin travmaya bağlı olup olmadığının veya birden fazla travma varsa hangisi ya da hangilerinin bireyi öldüren travma olduğunun belirlenmesidir. Örneğin; saldırganın maktule defalarca kez bir sopa ile vurması sonucunda maktulün vücudunda oluşabilecek kırıklardan hangisinin maktulü öldüren vuruş olduğunun, hangilerinin ölüm öncesi veya sonrası yapıldığının tespitidir. İkincisi, travmanın niteliğinin belirlenmesidir. Örneğin; vakada bir sopa söz konusu ise sopanın boyutu, şekli, yapısı, ağırlığı ve diğer özellikleri büyük önem taşır. Üçüncüsü, yaraların sayısının belirlenmesidir. Örneğin; tek bir mermi yarasından intihar olma ihtimali düşünülebilirken, birden fazla olan mermi yarasında cinayet ihtimali düşünülür. Dördüncüsü, çoklu travmalarda travmaların meydana geliş sırası ölüm anı hakkında bilgi verebilir. Örneğin; maktulün vücudunda birden fazla ateşli silah yarası bulunuyorsa travma sırasını belirleyerek hangisinin öldüren ateşli silah yarası olduğunun belirlenmesi ile saldırgan sayısını ve mesafesini tespit edebilmemiz mümkün olabilir. Beşinci ve son madde ise travma bölgesinin yerinin belirlenmesi, cinayet vakalarında saldırganın bulunduğu yerin ve maktulün ölüm şeklinin belirlenmesinde bize yardımcı olur. 

KEMİK TRAVMALARI 

Travmanın iskeleti genellikle 4 şekilde etkilediğini ifade eden Ortner ve Putschar, bu etkileri şu şekilde sıralamışlardır: 

  1. Kemiğin kısmen ya da tamamen kırılması 
  2. Kemiğin yerinden çıkması 
  3. Sinirleri ya da kan akışını etkileyen bir bozukluk 
  4. Kemiğin konturunu ya da biçimini yapay olarak şekillendirme 

Aynı araştırmacılar iskeleti etkileyen travmaları kırık, çıkık, post-travmatik deformiteler ve çeşitli travmatik durumlar olarak sınıflandırılmıştır; 

  1. Kırık: Herhangi bir travmatik etki nedeniyle kemiğin bütünlüğünün kısmen ya da tamamen bozulmasıdır. Kırıkların üç ana nedeni vardır: (1) Akut yaralanmalar (travmatik kırık), (2) kemiğin zayıflamasına neden olarak kırılmasına yol açan hastalıklar (patolojik kırıklar), (3) tekrarlayan stres kırığı. Travmatik kırıklar kılıç, bıçak gibi keskin bir silah ile ya da ampütasyon gibi bir operasyon geçirmesi nedeniyle gerçekleşebilir. Bu tip travmatik kırıklar genellikle ince bir çizgi şeklinde meydana gelir ve iskelet üzerinde tanımlanması biraz daha zordur. Patolojik kırıklar için verilebilecek en iyi örnek, osteoporoz nedeniyle oluşan kırıklardır. Stres kırıklarına en sık sporcularda ve yoğun fiziksel aktivitelere düzenli olarak devam eden kişilerde rastlanır.   
  2. Çıkık: Kemikler arasındaki eklem bütünlüğünün bozulması denebilir. Çıkıklar kırıkla beraber oluşabileceği gibi tek başına da oluşabilir. En çok omuz ve kalça ekleminde görülebilir. Eğer çıkık tedavi edilmemişse ikinci bir eklem oluşabilir ve gerçek eklem yüzeyinde atrofi ve doku ölümü gerçekleşir. 
  3. Deformasyon: Büyüme döneminde kemiğin normal şeklini kaybedecek şekilde yeniden şekillenmesidir. Bilinçli ya da bilinçsiz şekilde meydana gelebilir.

Denis Gliksman, Inrap[https://www.nbcnews.com/sciencemain/deformed-conehead-skull-dark-ages-unearthed-france-2d11603324]

4. Mutilasyon: Diş, kemik ve yumuşak dokunun modifiye edilmesidir Bazı durumlarda yumuşak dokuda oluşan mutilasyon kemik dokuyu da etkileyebilir. 

TRAVMA ANALİZİ 

İncelenecek olan iskelet, özenle ve dikkatle temizlendikten sonra laboratuvarda anatomik pozisyonda olacak şekilde dizilir ve ayrıntılı şekilde incelemesi yapılır. Ayrıntılara dikkat edilmelidir; çünkü gözden kaçabilecek bir ayrıntı ölüm nedeni hakkında önemli bilgiler barındırıyor olabilir.  

Adli araştırmacıların travma analizinde dikkat etmesi gereken en önemli hususlardan birisi, oluşan lezyonun veya kırığın antemortem mi; yoksa perimortem mi olduğunu belirlemektir. Bazı durumlarda çevresel koşulların etkisiyle oluşabilecek deformasyonlar perimortem travmalarla karıştırılabilir veya ölümden önce meydana gelen deformasyonlar ölüm nedeni ile bağlı olmayabilirler. Bazı durumlarda makroskobik inceleme yeterli gelmeyebilir. Bu durumlarda stereo mikroskop ile yara kenarlarına ya da lezyonlara dikkatle bakıldığında bize daha fazla bilgi sunar. Ayrıca yara kenarlarının radyolojik incelemesi bireyin travma sonrasında ne kadar süre hayatta kaldığını anlamamızı da sağlar.  

Bazı travmalara örnekler:

Ateşli Silah Yaralanmaları: 

Ateşli silahların boyutu, yapısı ve hızı kemik üzerindeki travmayı doğrudan etkileyen faktörlerdir. Kurşun ve saçma izleri ateşli silahlar içerisinde çok sık rastlanır. Kurşun yaraları bir giriş deliğine ve çıkış deliğine sahiptir. Bu giriş-çıkış delikleri en çok kafatasında ve bazen gövdede gözlenir. Ancak üye kemiklerinde bu giriş çıkış delikleri görülmez ama buna karşılık çok spesifik olan parçalı kırıklar gözlenir. Kafada oluşan giriş çıkışı deliklerinden hangisinin giriş hangisinin çıkış olduğunu belirlemek için deliklerin büyüklüklerine bakılır. Giriş deliği genellikle çıkış deliğinden daha küçüktür ve silahın kalibresine bağlı olarak düzensiz ya da daha sık rastlandığı gibi dairesel bir biçime sahiptir. Birçok olguda ateşin yönü, lezyonun kenarları dikkate alınarak belirlenebilir.

Anahtar deliği görünümünde ateşli silah travması (yaklaşık 1861-1865 yılları) Civil War Collection, National Museum  of Health and Medicine, Armed Forces Institute of Pathology, Washington, D.C [https://www.nlm.nih.gov/exhibition/visibleproofs/galleries/technologies/patterns_image_2.html]

Künt Alet Travmaları: 

Künt etkili travmalar sopa, çekiç, yumruk gibi nedenlerin yanı sıra araba kazası ve yüksekten düşme ile meydana gelebilirler. Genel olarak kırık örüntüleri ile yorumlanır. Yaralanmanın başlangıç noktasında kafatasının dış yüzeyindeki baskı kuvveti kemiğin yara alan bölgesini içeri doğru zorlar, bazen diploe ezilir; ama iç tabakada genellikle gerilme oluşturur. Künt etkili travmalar; düzensiz, yara dudakları tırtıklı, girintili, çıkıntılı, düzenli şekilde olabilir.

 doi:  https://doi.org/10.1371/journal.pone.0216718.g001

Kesici Alet Travmaları: 

Kesici alet travmaları, kenarları keskin veya eğimli olan keskin bir nesneyle uygulanarak kesiklere ve deliklere ve aynı zamanda kesme izlerine neden olur. Kemik veya kıkırdak kesmek için bıçak veya testere gibi aletler kullanıldığında, aletin kesici ucunun izleri kemik üzerinde kendini belli eder. Aletin bıraktığı izlerin analizi, şüpheli bir aletin özelliklerinin tanınmasını sağlayabilir. 

https://doi.org/10.1002/oa.1096 [https://onlinelibrary.wiley.com/doi/epdf/10.1002/oa.1096]

KAYNAKLAR 

  1. Çağdır S, Soysal Z, Eke M. Adli Tıp Cilt 2, İnsan İskeletinde Travma Analizi, İstanbul Üniversitesi Basımevi ve Film Merkezi, İstanbul.
  2. Çeker D. Adli Antropolojide Kullanılan Travma Analizi Metotlarının Antik Dönem İskeletlerinde Kullanılabilirliği, [Yüksek Lisans Tezi], Ankara Üniversitesi, 2014
  3. Sevim Erol A, Çeker D, Deniz İ. İnsan İskeletlerinde Travma: Travmaya Bağlı Ölüm Nedeni Üzerine Bir Araştırma, Adli Tıp Bülteni, 2019;24(1):17-29. 
  4. Açıkkol Yıldırım A. Adli Antropolojide Travma Analizi, Cumhuriyet Üniversitesi, 2017 
  5. Braun S, Indra L, Lösch S, Milella M. Perimortem skeletal sharp force trauma: Detection reliability on CT data, demographics and anatomical patterns from a forensic dataset, Biology (Basel), 2022;11(5):666. doi: 10.3390/biology11050666
  6. Love JC, Wiersema JM. Skeletal trauma: An anthropological review, Acad For Pathol, 2016;6(3(:463-477. doi: 10.23907/2016.047
  7. https://www.nbcnews.com/sciencemain/deformed-conehead-skull-dark-ages-unearthed-france-2d11603324
  8. https://www.nlm.nih.gov/exhibition/visibleproofs/galleries/technologies/patterns_image_2.html
  9. https://journals.plos.org/plosone/article/figure?id=10.1371/journal.pone.0216718.g001
  10. https://onlinelibrary.wiley.com/doi/epdf/10.1002/oa.1096

*Bu yazının tamamlanmasında emek veren değerli öğrencim (KSBÜ Adli Bilimler Lisans Bölümü) Ceren Aydoğan’a teşekkür ederim

YAŞ TAHMİNİ

İnsan kemiklerinden biyolojik profillendirmede en önemli adımlardan birisi de ölüm yaşı tahminidir. Burada erişkin ve erişkin olmayan gruplar için farklı metotlar uygulanmaktadır. Dental ve osteolojik metotlar erişkin olmayanlarda kullanılırken, erişkin iskeletlerinde ise dental, osteolojik, histolojik ve kompozit metotlar kullanılmaktadır. 

  1. Erişkin Olmayan Bireylerde Yaş Tahmini:

Erişkin olmayan bireylerde dental ve osteolojik oluşumların aşamalı ve düzenli bir biçimde ilerliyor olması sebebiyle yaş tahmini, erişkin bireylere göre daha kolay ve güvenilirdir. 

a) Dental Metotlar: 

En kolay dental yöntem, süt dişlerinin tomurcuklanma süresinden süt dişlerinin ve daimî dişlerinin çıkış sürelerini ve sırası ile yapılan dental yaşlandırmadır. Aka ve ark. (2015) fetus ve yeni doğan bebeklerde yaptıkları çalışmalar sonucunda erişkin olmayan bireylerde dişlerden yaş belirleme üzerine bir metot geliştirmişlerdir.

Diş cementum halkaları, dişe kesit açılarak diş kökünün çevresindeki siyah ve beyaz çizgileri/bantları sayarak yaşın tahmin edildiği bir tekniktir. Bu, dişlerden yaş tahmini yapmada iyi sonuçlar elde edilen bir yaşlandırma metodudur. Dişlerden kesit almanın dişi tahrip etmesi ve özel ekipmanların gerekli olması, bu metodun dezavantajları iken, metodun avantajı yaş tahminindeki hata payını 2.5 yıldan daha az bir zamana indirmiş olmasıdır.

b) Osteolojik Metotlar:

Erişkin olmayan bireylerde;

  • Cranial gelişme safhaları, 
  • Uzun kemiklerin epifiz kaynaşma dereceleri,
  • Diyafizlerin maksimum uzunluk ölçümleri yapılarak yaş tahmini yapılmaktadır.

1979 yılında Stewart tarafından, postkraniyel kemiklerin birincil ve ikincil kemikleşme merkezleri yaş belirlemede kullanılmıştır. Bu kemiklerin vücutta kaynaşma sırası şu şekilde belirlenmiştir: Dirsekler, kalça kemikleri, ayak bilekleri, diz kapakları, el bilekleri ve en son omuzlar.

*Çöloğlu S, İşcan MY. Adli Osteoloji, 1998, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü

Bu şekle göre;

  • Temas eden eklemler sırasıyla
  • Dirsek (E-Elbow)
  • Kalça (H-Hip)
  • Ayak bileği (A-Ankle)
  •  Temas etmeyen eklemler sırasıyla
  • Diz (K-Knee)
  • El bileği (W-Wrist)
  • Omuz (S-Shoulder)

• Dirsek ekleminden başlayarak saat yönünün tersine yapılan sıralamada 

E=1, H=2, A=3, K=4, W=5, S=6

• Bu sayıların 13 ile toplamı çocuğun yaşını verir

• Örneğin diz ekleminin epifizleri kaynamışsa 13+4=17

  • Erişkin Bireylerde Yaş Tahmini: 

Erişkin iskeletlerinde yaş tahmini çalışmalarında dental, osteolojik, histolojik ve kompozit metotlar kullanılmaktadır.Burada; dişlerin sürme safhaları, dişlerden alınan ölçümler, kafatası suturaları kaynaşma safhaları, epifiz kaynaşma dereceleri, kaburga kemiklerinin sternal uçları, pubik simfisiz ve auricular yüzeydeki yaşla ilgili osteolojik oluşumlar ve değişiklikler incelenir ve yaş tahmini yapılır.

a) Dental Metotlar:

En sık kullanılan metot, diş sürmesi tablosu yardımıyla 5 aylık bir fetüs ile 35 yaşa kadar olan kişilerin yaş tahminini yapmaktadır. Bu tablonun dezavantajı, 35 yaş sonrası bireyleri yaşlandırmada yetersiz kalmasıdır.

35 yaş sonrası için diş kökünün saydamlığı ölçümüne dayalı geliştirilen metot ile yaş tahmini yapılabilmektedir. Bu metotta üst ve alt kesici dişlerden alınan örneklerin formüle uygulanmasıyla yaş tahmini yapılmaktadır. Burada diş kökü uzunluğu, diş eti çekilmesi uzunluğu ve kökün ucunda görülen saydam bölgenin uzunluğu gibi ölçümler alınmaktadır. Bu uygulamanın dezavantajı ise diş eti hastalıkları ve bireyin yaşlı olmasının bu saydamlığı etkilemesidir.

Dişlerden yaşlandırmada iyi sonuç veren diğer yaşlandırma metodu da diş cementum halkalarıdır. İçeriği ve dezavantajları bakımından erişkin olmayan gruptaki yöntemle benzerlik göstermektedir. 

b) Osteolojik Metotlar: 

Kafatası sutuarları kaynaşması

Kafatası suturalarının ve maksilladaki palate kemiklerinin bebeklikten yaşlılığa kadar olan zaman içerisindeki kaynaşma safhalarının incelenerek skorlanması üzerine geliştirilmiş popüler metotlar mevcuttur. Bu metotlar genel olarak geniş bir yaş aralığı vermektedir. Ancak yapılan çalışmaların sonuçlarına göre, kafatası sutura kaynaşması güvenilir bir yaş belirleyicisi değildir; fakat diğer kemiklerle beraber değerlendirildiğinde anlamlı sonuçlar verebilir.

Ölüm yaşı tahmininde denenmiş diğer bir bölge de maksilla suturalarıdır. Maksilla suturalarının kaynaşma derecelerini inceleyen yeterli sayıda çalışma bulunmamakla birlikte, iskeletten yaş tahmininde tek başına kullanılmasının bazı dezavantajları da vardır. Bunlar, bireylerin patolojik durumlarının kaynaşma süresini yavaşlatması veya hızlandırmasından dolayıdır.

c) Histolojik Metot: 

Kemik histolojisi analizleri, uzun kemiklerden alınan kesitlerin mikroskop altında incelenerek, yaşla birlikte artan osteon sayısının ve yaş ile birlikte azalan harvesian kanallarının çaplarının hesaplanması ile ilgilidir. Bu metodun avantajı; çok parçalı, kırılgan veya yanmış kemiklerde bile uygulanabiliyor olmasıdır. Dezavantajı ise bu analizin yapılabilmesi için özel bir ekipmana, bu ekipmanı kullanabilecek eğitimli elemanlara ve analizi yapmak için kemiğin tahrip edilmesine ihtiyaç duyulmasıdır.

d) Kompozit Metot:

Pubik simfisiz, auricular yüzey ve kafatası suturaları yaşlandırmaları ile birlikte kullanılır. İskeletlerden yaş tahmini analizlerinin daha hızlı ve kolay yapılmasını sağlamaktadır. Bu programın avantajı, incelenen bireyin kemiklerinin tam olması halinde birçok veri toplayabilmesidir.

Faydalanılan Kaynaklar:

Çöloğlu S, İşcan MY. Adli Osteoloji, 1998, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü

Erol AS. İskeletten yaş tahmini, Ankara Üniversitesi DTCF Antropoloji Bölümü, Ders notları

Çeker D. Adli antropolojide yaş tahmini metodları, AÜDTCF Adli Antropoloji Dergisi, 2018;35,:35-54

Demirkıran DS, Çelikel A, Zeren C, Arslan MM. Yaş tespitinde kullanılan yöntemler, 2014;41(1):238-243

*Bu yazının tamamlanmasında emek veren değerli öğrencim (KSBÜ Adli Bilimler Lisans Bölümü) Ceren Aydoğan’a teşekkür ederim

CİNSİYET TAHMİNİ

Antropolojinin çalışma alanlarından biri de cinsiyet tahminidir. Cinsiyet tahmini genel olarak iskelet üzerinden ve yüz görüntüleri (fotoğraf, video kaydı vb.) üzerinden yapılmaktadır. Bu nedenle bu başlık 2 kısımda ele alınacaktır:

1. İskelet üzerinden cinsiyet tahmini

Bilinmeyen bir bireyin iskelet formuna bakarak cinsiyetinin tahmin edilmesine dayalı bir yöntemdir. Genellikle biyolojik profilin ikinci adımını oluşturmaktadır. biyolojik profilin diğer parametrelerine göre kolaydır; çünkü yalnızca iki seçenek bulunmaktadır: Kadın ve erkek. Bununla birlikte eksik ve/veya parçalı iskelet kalıntılarında veya daha düşük cinsel dimorfizm seviyelerine sahip popülasyonlarda cinsiyet değerlendirmesi daha zor olmaktadır.

İskeletin genel yapısına baktığımızda erkek ve kadın iskelet yapısından dikkat çekecek ölçüde boyut ve şekil farklılıkları olduğu gözlenmektedir. Fizik antropologlar, insan iskeletinin cinsel açıdan dimorfik olan bu özelliklerini yorumlamaktadır. Genel olarak değerlendirildiğinde erkek iskeletinde kas tutunma yüzeyleri daha belirgin ve kemikler daha kalın/büyük görünümdedir. Doğumun işlevsel gereksinimleri nedeniyle kadın pelvisinin şekli, konumu ve oryantasyonu erkeklere göre kayda değer farklılıklar göstermektedir. Tüm bu farklılıklara rağmen popülasyonlar arası değişkenlik göz önünde tutulmalı; cinsiyet tahmini yaparken mutlaka bu etken dikkate alınarak çalışılmalıdır.

İskeletten cinsiyet tahmininde en fazla pelvis ve kafatası kullanılmaktadır.

Kafatası:

Şekil 1. Erkek (sol), kadın (sağ) kafatası [https://www.facialplastic.theclinics.com/article/S1064-7406(19)30002-1/fulltext#relatedArticles]

Kadın ve erkek kafatası arasındaki farklılıklar şu şekilde sıralanabilir:

  1. Erkek kafatası genellikle kadın kafatasından daha büyüktür
  2. Erkeklerde daha geniş ve daha az yuvarlak alın, daha büyük kaş kemerleri bulunurken, kadınlarda alın daha dikey ve kaş kemerleri erkeklere göre daha belirsizdir
  3. Erkeklerde kafanın arkasındaki kas bağlanma alanları daha belirgindir; kadınlarda daha pürüzsüzdür
  4. Mastoid çıkıntı erkeklerde daha belirgindir
  5. Çene, erkeklerde vertikal açılı ve kare şeklindeyken, kadınlarda daha sivri ve daha geniş açılıdır
  6. Kadınların orbitalarının üst kenarları keskindir

Pelvis:

Şekil 2. Erkek (sol) ve kadın (sağ) pelvisi [https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Male_vs_female_pelvis_LT.PNG]

Kadın ve erkek pelvisi arasındaki farklılıklar şu şekilde sıralanabilir:

  1. Erkek pelvisi daha kalın, daha ağır ve daha darken, kadın pelvisi daha ince, daha hafif ve daha geniştir
  2. Pelvis derinliği erkeklerde kadınlara göre daha fazladır
  3. Erkeklerde pubik ark “V” şeklinde ve 90 dereceden küçük, kadınlarda pubik ark daha geniş ve 90 dereceden büyüktür
  4. Erkeklerde asetabulum daha büyüktür ve yanlara doğru bakar; kadınlarda daha küçüktür ve öne bakar
  5. Koksiks erkeklerde hareketsizdir ve öne doğru daha az kavislidir; kadınlarda hareketlidir/esnektir ve öne doğru daha kavislidir
  6. Pelvis ağzı erkeklerde daha küçük ve kalp şeklinde; kadınlarda daha geniş ve ovaldir
  7. Erkeklerde pelvik çıkış daha dar, kadınlarda daha geniştir
  8. Siyatik çentik erkeklerde daha dar, kadınlarda daha geniştir
  9. Erkeklerde obturator foramen yuvarlak, kadınlarda ovaldir
  10. Erkeklerde sakrum daha uzun, dar ve kavisli; kadınlarda daha kısa, daha geniş ve daha az kavislidir
  11. İlium erkeklerde daha kavisli ve krista iliaka ile daha dikeyken, kadınlarda daha kavisli ve krista iliaka ile daha az dikeydir
  12. İskiyal tüberkül erkeklerde daha uzun, birbirine daha yakın ve daha lateral olarak çıkıntıldır. Kadınlarda daha kısa, birbirinden daha uzak ve daha medial olarak çıkıntılıdır
  13. Yüz görüntüleri üzerinden cinsiyet tahmini

Yüz görüntülerinden cinsiyet tahmininin yapıldığı çalışmaların sayısı giderek artmaktadır. İnsanlar yüzlere veya yüz görüntülerine bakarak kişilerin cinsiyetlerini büyük oranda doğru tahmin ederler; fakat bu durum bilgisayarlar için hala zorlu bir görevdir.

Yüz tanımlama sistemleri içerisinde cinsiyet tahmin sistemi oluşturmak için kabaca sistem şu şekilde yürütülür:

  • Sisteme -örneğin- 1000 adet yüz görüntüsü yükleniyor
  • Bu görüntülerin 500’ü “kadın”, 500’ü de “erkek” olarak kodlanıyor
  • Sistem bu fotoğrafları veri tabanına kodlarıyla birlikte tanımlıyor
  • Ardından bu sisteme yüklenen 1001. fotoğraf sistem tarafından yüzdeki landmarklara odaklanarak, daha önce yüklenen 1000 fotoğraf ile karşılaştırma yapıyor ve yeni görüntü kadın veya erkek olarak tanımlanıyor

Adli antropologlar bu aşamada biyometrik veriler üzerinden oluşturulan sistemlerin işlenişini iyileştirmek için çalışmalar yapmaktadır. Örneğin yüz görüntülerine odaklanan yüz tanımlama sistemleri için yüzdeki landmarkların tam olarak ve doğru şekilde konumlandırılması ile cinsiyet ve yaş tahmin çalışmalarında çok sayıda parametre kullanarak istatistiksel veri sunmaktadırlar.

*Bu tür çalışmalarda kullanılan görüntülere örnek yayınlar kaynaklar bölümünde verilmiştir.

Kaynaklar:

Sex estimation of the human skeleton: History, Methods, and Emerging Techniques, A. R. Klales, Academic Press, 2020

Differences between male pelvis and female pelvis

https://upcommons.upc.edu/bitstream/handle/2099.1/19025/Facial-Image+Based+Age+and+Gender+Estimation.pdf?sequence=4

Sezgin, N. (2017) Dijital ortamda insan yüzlerindeki yaşa bağlı değişimlerin metrik olarak incelenmesi (Doktora tezi), YÖK Ulusal Tez Merkezi, Tez No: 478823

KİMLİKLENDİRME

Bir kişinin diğer insanlardan ayırt edilmesini ve tanınmasını sağlayan özelliklerine kimlik, yapılan işleme kimliklendirme denir. Canlılarda yaşın küçük olması, koma, amnezi, akıl hastalıkları, dil sorunu gibi kişinin kendisi hakkında bilgi veremediği durumlarda; cesetler üzerinde ise cinayet olaylarında, özellikle cesedin yok edildiği/yok edilmeye çalışıldığı durumlarda, ölüm sonrası değişimlerin cesedi tanınamaz hale getirmesi durumunda (çürüme, iskeletleşme), kuşku uyandıran herhangi bir kriminal olayda kimliklendirme yapılmaktadır. Kimliklendirme geniş bir alandır. Birçok farklı disiplinden uzmanın yorumuyla sonuçlanan önemli bir uygulamadır.

Kimliklendirme yöntemleri birincil ve ikincil kimliklendirme olarak 2 başlıkta incelenebilir. Birincil yöntemler; görsel kimlilendirme, parmak izi, diş verileri, DNA, tıbbi ve antropolojik verilerdir. Bunlara genellikle “bağımsız tanımlayıcılar” denir. İkincil yöntemler sayıca daha fazladır: Boy, cinsiyet, yaş gibi veriler, kıyafet, takı, kişisel belgeler, kişiye ait özel nesneler vb.

Kimliklendirmeye yönelik bir takım yöntemlerden bahsedecek olursak;

Görsel kimliklendirme: Özel bir analiz gerektirdiği için birincil yöntemler içinde benzersiz bir kategoriye girmektedir. İnsanların bir kişiyi çok kısa bir süre içinde tanımlayabilme yeteneği yıllardır tartışılan, bilgisayar sistemleriyle kıyaslaması yapılan bir konudur. İnsanlar önceden tanıdığı birisini tanımlama konusunda oldukça yeteneklidir. Fakat ne yazık ki ölen bir kişinin kimliklendirilmesinde gözlemcinin yeteneği değişebilmektedir. Bununla birlikte ölen kişinin dış görünüşü; çürüme, travma vb. durumların etkisiyle değişime uğrayabilmektedir.

Uzun zamandır insan hafızasının yanılabilir olduğu bilinmektedir. Bazen görgü tanıkları masum bir kişinin fail olduğuna inanmakta ve hatta oldukça emin şekilde teşhiste bulunarak çok uzun yıllar mahkum edilmesine sebep olabilmektedirler. İnsanlar tanıdık yüzleri tanımlamada daha başarılıdır. Buna karşın tanıdık olmayan yüzleri tanımada hata yapma olasılığı oldukça yüksektir.

Parmak izi: Ceza davalarında delil olarak kullanımı, 19. yüzyılın başlarına dayanmaktadır. İlk olarak Birleşik Krallık ve Amerika’da kullanılmaya başlanmıştır. Adalet sistemi parmak izlerini tek başına bir tanımlayıcı olarak kabul etmiştir. Parmak izlerinin geçerliliği sürekli incelenen bir konudur. İzlerin kaydedilme başarısı, ölen kişinin fiziksel durumundan (ayrışma, yanma, parçalanma gibi) etkilenmektedir. Çok az ülkede kendi vatandaşlarının parmak izlerinden oluşturulmuş bir veri tabanı bulunmaktadır.

DNA: Birincil tanımlayıcı olarak kullanımı ilk kez 1987’de Colin Pitchfork davasında görülmektedir. Bu davada mahkeme tarafından ilk kez geçerli bir tanımlama yöntemi olarak kabul edilmiştir. Biyolojik örnekler ölen kişinin fiziksel durumuna bağlı olarak ölüm sonrası değişime uğramaktadır. Yaygın olarak kan, kemik, kas ve dişlerden örnekler alınmaktadır. Dişler güvenilir bir DNA kaynağıdır; fakat diş içinden örnek alma teknikleri daha karmaşıktır. Kan, kemik ve kas örneklerinin analizleri bir DNA profili sağlamıyorsa dişler analiz edilmektedir. Kişinin kişisel eşyasından (diş fırçası, tarak, tıraş bıçağı gibi), temas ettiği eşyadan (yeme/içme kapları, giysi, çarşaf gibi) örnekler alınarak analiz yapılmaktadır.

Tıbbi ve antropolojik tanımlama: Bu yöntem daha az kullanılan bir yöntemdir. Kemik anormallikleri, iyileşmiş kırıklar, cerrahi protezler ve dövme gibi özellikler tanımlayıcı olarak kullanılmaktadır. Adli patolog, otopsi sırasında bireysel bir takım özellikler bulabilir. Bunlar tarif edilir, fotoğraflanır, radyografisi çekilir ve spesifik detaylar kaydedilir. Geç ayrışma, parçalanma ve iskeletleşme durumlarında, bir adli fizik antropolog ile istişare edilerek otopsi bulguları güçlendirilir.

Antemortem diş verileri: Burada önemli olan ölümden önceki verilerdeki referans materyale erişimdir. Rutin vaka çalışmalarından yetkililer ölen kişinin kim olduğunu bilirler. Fakat özellikle kitlesek felaketlerde durum daha karmaşıktır. Kitlesel felaketler açık veya kapalı olarak etiketlenir. Kapalı bir afet, yolcuların isimlerinin kaydedildiği bir uçak veya otobüs kazası gibi kişilerin bilinen kurbanlar olduğu bir afettir. Açık afet ise kurbanların adlarının tamamen bilinmediği (banliyö treni kazası, alış veriş bölgesinde yangın gibi) bir afettir. Burada verilerin toplanması adli bilim uzmanlarının tavsiyeleri ile polis tarafından koordine edilir. Dental antemortem veri alımı, parmak izi ve DNA örnekleri ile karşılaştırıldığında aynı aciliyeti gerektirmemektedir; fakat uzun süreli geciktirmeler dental materyalin atılması veya kaybolması riskini taşımaktadır.

Süperimpozisyon: Bu teknik, yetkililerin ölen kişinin kimliğinin bilindiğinden şüphelenildiği durumlarda kullanılır. Kişinin doğrulanmış bir fotoğrafı, merhumun otopsi görüntüsü ile karşılaştırılır. Süperimpozisyon, yetkililerin kalıntılar ve bilinen bir kayıp kişi arasında bağlantıya sahip olması bakımından yüz yaklaşımından farklıdır. Bu teknik ceza davalarında ilk kez Glaister ve Brash tarafından 1937’de Ruxton davasında kullanılmıştır. Teknik, şüphelinin ölmeden önce çekilmiş bir fotoğrafının üzerine ölüm sonrası çekilmiş fotoğrafik görüntüsünün katmanlanmasını içerir. Anatomik özelliklerin birbirine uyumunun analizinin ardından uyum veya farklılık alanları hakkında bir karar verilir. Bu teknik, bilgisayar teknolojilerinin ilerlemesiyle kafatası yönelimi, fotoğrafların açıları, netlik, büyüklük gibi sorunları önemli ölçüde azaltmıştır.

Fasiyal rekonstrüksiyon: İskelet kalıntılarının kimliklendirilmesinde tüm tanımlama yöntemleri tükendiğinde, bu teknik kullanılmaktadır. Bir yüzün tam bir kopyasını yeniden oluşturma yeteneği pek mümkün değildir. Dolayısıyla asıl hedeflenen, bir görgü tanığının hafızasını canlandırmaktır. Kişinin yüzünü tam olarak yeniden oluşturmak (rekonstrüksiyon) neredeyse imkansızdır. Bu nedenle bazı çevreler bu teknik için “yüz yaklaşımı (facial approximation)” ifadesini kullanmaktadır. Bu tekniğin sanat mı; yoksa bilim mi olduğu tartışılmaktadır. Kafatası iskeleti ve yumuşak doku anatomisi hakkında uzmanın derinlemesine bilgi sahibi olması gerekmektedir. Bununla birlikte yüz biçimindeki sanatsal deneyime de ihtiyaç duyulmaktadır. Bu yaklaşım, belirli doku derinliği belirteçlerine bir kafatası resminin üzerine bir görüntü çizmenin iki boyutlu bir tekniği ile elde edilmektedir. Alternatif olarak ya kil ile manuel ya da bir bilgisayar yazılım programı ile üç boyutlu olarak oluşturulan bir yapı olarak kullanılabilir.

Mahkemeler yalnızca yüz rekonstrüksiyon teknikleriyle bir bireyin kimliğinin oluşturulmasına dayalı sonuç almamaktadır. Adli rekonstrüksiyon tamamlandıktan sonra medyada fotoğrafik bir görüntü yayınlanır. Bu görüntü kamuya sunulduğunda bir tanımayı tetikleyerek, merhumun kimliğine ulaşılmasını sağlaması umulmaktadır. Bu teknik ile soruşturmaya ek bilgi temini yapılmaktadır. Diğer tekniklerin eksik veya yetersiz kaldığı durumlarda önemli olabilmektedir.

Güncel vakalar dışında tarihsel rekonstrüksiyonlar da uygulanmaktadır. Uzun süre önce ölmüş kişilerin kalıntıları üzerinden yapılan bu teknik, ölen kişinin yeniden oluşturulan yüzünün bir müzede veya sergide halka açık şekilde gösterimine imkan vermektedir.

Kulak izi: Bir zemine uygulanan baskı sonucu elde edilen izdir. Örneğin bir hırsız kapı veya pencereyi kırıp içeri girmeden önce içeriyi dinlediğinde kulağındaki yağ, parmak izlerini elde ederken kullanılana benzer bir teknikle görünür hale getirilir. Bu iz, kulağın özelliğini içerir. Kişisel tanımlama için kulak izlerinin değerini ilk fark eden Hirschi (1970) olmuştur. Takip eden yıllarda olay yerinden elde edilen kulak izleri ile kimliklendirme yapılmaya başlanılmıştır. Adli soruşturma sırasında bu izler faydalı ipuçları sunmaktadır.

Kaynaklar

http://adlitip.blogspot.com/2006/10/7-kimliklendirme.html

Knott S. (2016) Human Identification. In: Forensic Odontology: Principles and Practice (Ed. JA Taylor, J Kieser), WILEY.

Davis JP, Valentine T. (2015) Human Verification of Identity from Phtographic Images. In: Forensic Facial Identification (Ed. GM Davies, R Bull), WILEY Blackwell.

Meijerman L, Thean A, Van Der Lugt C, Maat GJR. (2007) Earprints. In: Forensic Human Identification: An Introduction (Ed. T Thompson, S Black), CRC Press.

LUETGERT DAVASI

Adolph Luetgert, 1845 yılında küçük bir Alman köyünde dünyaya gelmiştir. Amerika’ya göç ettikten sonra edindiği mal varlığı sayesinde itibar kazandı ve kendini güvence altına aldı. Kendi ülkesinde çıraklık yaparken, Chicago’da bir şirkette çalışmaya başladı. Luetgert; hırslı, çalışkan ve tutumlu yapısı sayesinde birkaç yıl içinde biriktirdiği parayla kendi işini kurdu. İlk eşi doğum sırasında hayatını kaybettikten (1878) sonra ikinci evliliğini Alman Louisa Bicknese ile yaptı. Louisa, Luetgert’ten yaklaşık 10 yaş daha küçük ve minyon yapılı bir kadındı.

Luetgert 1892’de şehrin en büyük sosis üretim fabrikasının sahibi oldu; ancak 1897’de bir dolandırıcılığın kurbanı oldu. Bu süreden sonra ciddi mali sıkıntılar içerisine girdi. Luetgert’in evliliği, içinde bulunduğu mali sıkıntılar sebebiyle giderek kötüleşti. Evliliklerini kötü yönde etkileyen tek şey para değildi; ayrıca Luetgert bir “kadın avcısı” olarak tanınmaktaydı. Eşine fabrikada kalması gerektiğini öne sürdüğü gecelerde hizmetçisiyle birlikte oluyor; ayrıca zengin bir dul olan Bayan Christina Feld ile flört ediyor ve ona aşk mektupları gönderiyordu.

Louisa 1 Mayıs akşamı 12 yaşındaki oğlu Louis ile sohbet etmiş ve oğlu odasına çekildikten sonra Louisa bir süre kocasıyla yalnız kalmıştı. Bu sürede iki yetişkin arasında ne yaşandığı tam olarak bilinmemekle birlikte, o geceden sonra Louisa ortadan kaybolmuştur.

Sonraki ünlerde Luetgert arkadaşlarına karsının kendisini terk ettiğini söyler. Louisa’nın kardeşi Luetgert’e ablasının nereye gittiğini sorduğunda umursamaz tavrıyla karşılaşır. Ayrıca bu süreçte Luetgert polise de başvurmamıştır. Louisa’nın kardeşi Luetgert’in umursamaz tavrından kuşkulanınca yetkilileri uyarur ve ertesi hafta dedektifler fabrika ve çevresinde aramalara başlar; fakat hiçbir şey bulamazlar.

Fabrikanın gece bekçisi Frank Bialk polise, Louisa’nın ortadan kaybolduğu gece patronunun şüpheli davranışlar içerisinde olduğunu ve fabrikanın bodrum katındaki büyük buhar kazanıyla meşgul olduğunu söyler. Bu ifadenin ardından polisler tekrar arama yaparlar. Kazan iki hafta önce temizlenmiş olmasına rağmen içerisinde kalın, yağlı bir sıvı kalıntısı bulunmaktadır. Bu kalıntılar çıkarıldıktan sonra dedektifler iki altın yüzük ile kemik parçaları bulurlar. Yüzüklerden biri, “L.L.” harfleri yontulmuş bir alyanstır. Ardından daha fazla kemik parçası, takma diş, saç tokası, kömürleşmiş korse ve yakınındaki kül yığınında çeşitli kumaş parçaları elde edilir. Bulguların ele geçirilmesinin ardından Luetgert cinayet suçundan tutuklanır.

Karısını öldürdükten sonra potas kostik solüsyonunda cesedini çözerek yok etmeye çalışan “sosis kralı”nın hikayesi bir sansasyona dönüşür. Halk arasında, Luetgert’in karısını et ürünlerinde bir bileşen haline getirdiği söylentileri hızla yayılır. Bu söylenti sonrasında ülkede sosis tüketiminde ciddi bir azalma meydana gelmiştir.

Luetgert karısının evden kaçtığını ve hala hayatta olduğunu iddia etmeye devam etmiştir. Bunun üzerine mahkeme suçun maddi deliline ulaşmak için Antropolog George Dorsey’i çağırır. Kazanda bulunan kemik parçalarını inceleyen Dorsey, bunların küçük yapılı bir kadına ait olduğunu ifade eder. Luetgert’in mahkum edilmesinde etkili olan, Dorsey’in ifadesi olmuştur. Sosis kralı ömür boyu hapis cezası almış olmasına rağmen hapiste bir yıldan biraz uzun bir süre yattıktan sonra 53 yaşındayken kap hastalığı sebebiyle yaşamını yitirdi.

Bu davaya dair bir takım mitler bulunmaktadır: Louisa Luetgert’in duruşma başladıktan sonra on iki farklı eyalette görüldüğü; ama asla bulunamadığı söylenmiştir. En ünlü efsanelerden biri ise New York’ta Avrupa’ya giden bir gemiye binerken görülmesiydi. Adolph Luetgert bunu duyduğunda, karısının kesinlikle ülkeden kaçtığını düşündüğünü ifade etmişti. Ancak Louisa’nın, hiçbir zaman Amerika Birleşik Devletleri dışında görüldüğü rapor edilmedi.

Adli antropolojinin dönüm noktası olarak kabul edilen Parkman-Webster davasının ardından Luetgert davası da önemli bir kilometre taşı olarak kabul edilmektedir. Bunun sebebi, bir cinayet davasında ilk kez bir antropoloğun ifade vermesi için çağırılmasıdır.

Kurbanı yok etmek için kullanılan özel yöntem sebebiyle dava, medya tarafından da ilgi görmüştü. Luetgert yalnızca karısını öldürmekle kalmamış; aynı zamanda halkın hayal gücüne etki ederek oluşturduğu kaygı sebebiyle et yeme alışkanlıkları üzerinde de doğrudan bir etki meydana getirmiştir.

Kaynaklar:

https://yalereview.yale.edu/sausage-vat-murder-1897

https://en.wikipedia.org/wiki/Adolph_Luetgert

Adolph Luetgert and His Dissolving Wife, 1897

Parkman-Webster Davası

1849 yılı Aralık ayında, Boston sokaklarında büyük bir kalabalık George Parkman’ın cenazesi için toplanmıştı.  Bu cenazeye halkın yoğun ilgi göstermesinin nedeni Parkman’ın ünlü bir aileden gelen, oldukça varlıklı bir doktor olmasıydı. 

Parkman ve Webster Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev alan öğretim üyeleriydi. Webster içine düştüğü mali sıkıntılar sebebiyle Parkman’dan yaklaşık 500 dolar borç almıştı. Fakat uzun bir süre geri ödemesini yapamadı. Parkman, borcun tahsili için Webster’ın yanına gitti. Bu, onun ailesi tarafından son görülüşüydü. Ailesinin ifadesine göre Harvard Üniversitesi’ne Webster’ın yanına gittiği o günden sonra Parkman ortadan kaybolmuştu. 

Parkman-Webster  davası birçok yönden dikkat çekmekteydi: Tüyler ürperten bir cinayet, varlıklı bir kurban, saygın bir şüpheli, alışılmışın dışında mahkeme işlemleri ve şüpheli bir baş tanık.

Üniversitenin temizlik işleriyle ilgilenen Ephraim Littlefield, Parkman’ın ortadan kaybolmasıyla ilgili 3 bin dolarlık bir ödülden haberdar olunca olaya dahil oldu ve Webster’ın hareketlerinden şüphelendiği için laboratuvarı araştırdı ve vücut parçalarına rastladı ve ardından durumu polise bildirdi. Bir hafta kadar sonra Harvard Tıp Fakültesi’ndeki hekimler, insan vücudunu incelemek için geldikleri binada bir takım vücut parçaları buldu ve bu kalıntıların parçalanmış ve yakılmış olduğunu fark ettiler. 

O tarihlerde adli antropolog olmadığı için Harvard’da anatomist olan Wyman ve Holmes, kemiklere bakıp onları teşhis etmekten sorumlu tutuldu. Bulunan iskelet parçaları Parkman ile uyumluydu. Vücudun, derin anatomi bilgisine sahip biri tarafından parçalandığı ve gövdedeki kaburgalar arasında bulunan yaranın muhtemelen ölümcül bıçak darbesi olduğu ifade edildi.

Bu dava; adli antropoloji, adli diş hekimliği ve adli belge analistini içeren ilk davaydı. Savunma, bu kanıtı ayrı tuttu ve diğer tıp uzmanlarını, kimliğin ve ölüm şeklinin kesin olarak belirlenemeyeceğini söylemeleri için kürsüye çıkardı. 

Parkman’ın meslektaşlarından biri olan John White Webster baş şüpheliydi. Webster, Parkman’ın kalıntılarının açığa çıkarıldığı binanın bodrum katında bir laboratuvarı olan Tıp Fakültesi Kimya Bölümü’nde öğretim elemanıydı. Ayrıca, soruşturma devam ederken Webster’ın mali koşulları da ortaya çıktı: Parkman’a 500 $’a yakın (2019’da yaklaşık 12.500 £, TL olarak ortalama 122 bin) borcu olduğu ve Parkman’ın ortadan kaybolduğu gün laboratuvarında onunla buluşmayı ayarladığı ortaya çıktı. İkinci derece kanıtlar çok açık bir şekilde Webster’ı işaret ediyordu.

Baş Yargıç, duruşmada ikinci derece delillerin kullanımına izin vermek için ihtilaflı bir karar verdi. Parkman’ın diş hekimi, fırında bulunan protez dişlere sahip çene kemiğinin tartışmasız Parkman’a ait olduğunu söyledi. Jüri Webster’ı suçlu buldu; fakat birçok kişi onun bu suçu işlediğine dair makul bir şüphe olduğuna inanıyordu. Webster başlarda hiçbir şey söylemedi; ancak daha sonra affedilme umuduyla itirafta bulundu.

Jürinin kararından önce, yargıç jüriye benzeri görülmemiş bir talimat verdi. 19. yüzyılın ortalarında cinayet davalarında, suçluluğun “mutlak kesinliği” standarttı. Bu yük altında, savcılık, cesedin Parkman’a ait olduğunu, Webster’ın onu bilerek öldürdüğünü kesin olarak kanıtlamak zorunda kalacaktı. Ancak Yargıç, jüriye, cesedin Parkman’a ait olduğunu “makul bir şüphenin ötesinde” bulmaları gerektiğini söyledi. Bu ifade bugün standart hale gelmiş ve yüzyıllardır Avrupa hukukunun bir parçası iken, 1880’e kadar ABD Yüksek Mahkemesi “makul şüphe” terimini tartışacak ve tanımlayamayacaktı.

Webster Ağustos 1850’de asılarak öldürüldü.

Sekiz yıl sonra, Massachusetts Yasama Meclisi, cinayet suçunu birinci ve ikinci derecelere ayırdı. Birinci derece cinayet, ‘önceden tasarlanmış, idam veya ömür boyu hapisle cezalandırılabilecek herhangi bir suçun işlenmesi veya işlemeye teşebbüs edilmesi sırasında işlenen veya vahşilik ya da  işkenceyle işlenen’ olarak tanımlanırken,  bu tanıma uymayan cinayet, ikinci derece cinayet olarak tanımlandı.

Ephraim Littlefield 3.000 dolarlık ödülle rahatça emekli oldu.

Üzerinden bunca yıl geçmiş olmasına rağmen bu dava hala konuşulmaktadır. Kimilerine göre Webster hakkettiğini buldu; kimilerine göre ise paragöz Littlefield asıl katildi.

Parkman-Webster davası, modern adli antropolojinin en eski örneği olarak görülmektedir. Wyman ve Holmes bugün olduğu gibi eğitilmemiş olsalar da yöntemleri o an için geçerliydi ve hala büyük ölçüde adli antropologların şu anda çalışma şeklini temsil etmektedir. Daha da önemlisi, bu dava, ABD hukuk tarihinde ilk kez dişe dair delillerin ve adli bilimin bir cinayet davasında kabul edilebilir olduğunu temsil etmektedir. Ayrıca bu dava bir Harvard doktorunun öldürülmesini içerse de üniversite 19. yüzyılın ikinci yarısında akademik adli antropolojinin öncüsü oldu. Thomas Dwight, Holmes’un yerini aldı ve 1870’lerde “adli antropolojinin babası” oldu ve George Dorsey, 1894’te Harvard tarafından verilen antropoloji alanında ilk doktoraya layık görüldü.

Kaynaklar:

https://en.wikipedia.org/wiki/Parkman–Webster_murder_case

https://www.rcseng.ac.uk/library-and-publications/library/blog/murder-in-the-medical-school/

https://www.forbes.com/sites/kristinakillgrove/2016/08/26/how-a-harvard-doctors-sordid-murder-launched-modern-forensic-anthropology/?sh=2b3bb469be9f

https://www.newenglandhistoricalsociety.com/just-one-kind-murder-1850-parkman-webster-case/

PROF. DR. MEHMET YAŞAR İŞCAN (1943-2019)

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Antropoloji Bölümü’nden 1968’de mezun olan M. Yaşar İşcan, 1969 yılında Amerika’ya gitmiş; doktora eğitimini bitirdikten sonra Florida Atlantic Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde bölüm başkanı olarak görev almıştır.

Adli antropolojinin, adli bilimlerin ayrılmaz bir parçası olduğunu ifade eden İşcan, birçok olayın çözümlenmesine katkıda bulunmuş; 1999 yılında göreve başladığı İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nden emekli olmuştur.

Kaynak:

Aka S. Prof. Dr. Mehmet Yaşar İşcan (1943 Kahramanmaraş-2019 Florida): Antropoloji’nin Emeritus Profesörü, Antropoloji, 2019;38:126-141

Yüksek lisans tez danışmanım olan İşcan hocamın kariyeri ve başarılı çalışmalarıyla ilgili ilk bilgiyi -kendisinin de 1968 yılında mezun olduğu- 2007’de mezun olduğum Ankara Üniversitesi DTCF Antropoloji Bölümü’nde lisans eğitimi aldığım yıllarda hocalarımdan öğrendim. Yıllar sonra yollarımız İÜ Adli Tıp Enstitüsü’nde yüksek lisansa başlamamla kesişti. Buradan emekli olmadan danışmanlığını yaptığı son öğrencilerinden biriyim. 

İşcan hocam yaşına rağmen teknoloji ile arası iyi biriydi. Word kullanırken birçok kısa yolu kendisinden öğrendiğimi itiraf etmeliyim. Her buluşmamızda sayfalarca not aldırır, bir sonraki buluşmamızda bu notların üzerinden geçirir ve benden yapmamı istediği şeyleri tamamlayıp tamamlamadığımı kontrol ederdi. Sayesinde benim de takıntılı olduğum, yazım hatalarına karşı çok dikkatliydi. Çalıştığım konu ile birlikte ayrıca kelime tekrarları, imla hataları, düşük anlatımlar gibi konulara da oldukça önem verirdi. Elimizdeki işi bir an önce yapıp teslim etmektense doğru ve düzgün şekilde tamamlamaktan yanaydı. Ben de sayesinde bu düşünceyle yetiştim. 

Değerli hocamın tez çalışmam süresince ve özellikle savunmamda çok desteğini gördüm. Savunmam öncesinde gergin olduğumu fark edince, “Eğer çok zorlandığını hissedersen ve cevap veremeyeceğini düşünürsen bana bak, ben anlarım. Devamını ben getiririm”, demişti. Gerçekten öyle bir an yaşadım ve hocam bakışlarımdan anlayınca dediğini yaptı. Savunmamdan sonra jüride bulunan hocalarımdan biri bana, “Yıllardır birlikte savunmalara gireriz; Yaşar hocanın hiçbir öğrencisini bu kadar savunduğunu görmedim. Demek ki görevini iyi yapmışsın”, demişti. 

Titiz bir danışmanla çalışmak zordur. Fakat iş bittikten sonra harcadığınız her dakika için şükredersiniz. Yaşar hocam bana çok şey öğretti. Babamı kaybettiğimde tez savunma tarihimi henüz belirlememiştik. Aylarca uzak kaldığım enstitüye dönmem, kaldığım yerden devam edip bitirmem konusunda bana telkinler verdiği duygusal bir telefon görüşmesi yapmıştık. O zor günlerde içinde bulunduğum durumu anlayıp manevi desteğini eksik etmediğini hiçbir zaman unutmayacağım. 

Kendisini her zaman rahmet ve minnetle anacağım.

ORD. PROF. DR. ŞEVKET AZİZ KANSU (1903-1983)

İstanbul’da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane (İstanbul Tıp Fakültesi) öğrencisi olan Şevket Aziz Kansu, 1923 yılında tıp eğitimini tamamlamıştır. Cumhuriyet’in Avrupa’da yüksek eğitim için ilk olarak gerçekleştirdiği sınavı asistanlığı sırasında kazanan Kansu, 1927-1929 yılları arasında Paris’te tıp ve antropoloji öğrenimi yapmıştır. Prof. Dr. G. Papillaut ile Sorbonne Üniversitesi Yüksek Etüdler Okulu Broca Antropoloji Laboratuvarı’nda çalışmış ve burada antropoloji bölümünden mezun olmuştur.

Türkiye’ye döndükten sonra 1929’da İstanbul Tıp Fakültesi’nde girdiği bir sınavla antropoloji doçenti olmuştur. 1935’te Atatürk’ün isteği ile Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Antropoloji Bölümü Profesörü olarak görev almaya başlamıştır.

KAYNAK:

https://www.ttk.gov.tr/onceki-baskanlar/ord-prof-dr-sevket-aziz-kansu-28-4-1962-21-4-1973/

ADLİ ANTROPOLOJİ

Antropoloji: İnsanın ve insan formunun incelenmesine denir. Grekçe’de “anthropos” insan, “-ology” bilim dalı anlamına gelir. İnsanın zaman ve mekan içerisindeki çeşitliliği ile toplumsal ve kültürel benzerlik ve farklılıklarını inceler.

Türkiye’de 1925 yılında Atatürk’ün emriyle İstanbul Darülfünunu Tıp Fakültesi’nde “Türkiye Antropoloji Tetkikat Merkezi” kuruldu. Bu merkezin kuruluş amacı insanlar arasında Türk “ırk”ının layık olduğu yeri belirlemekti. 1925-29 yılları arasında, Türkiye’de yaşayan insanlara ait ilk genel antropolojik sonuçlara ulaşabilmek için Karacaahmet Mezarlığı’ndan toplanan kafatası örnekleri ölçüldü. Ayrıca İstanbul’daki Türk, Rum, Ermeni ve Musevi okullarındaki çocuklardan bir takım antropometrik ölçüler alınarak karşılaştırmalı çalışmalar yapıldı. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ilk antropoloji dersini 1929 yılında Şevket Aziz Kansu verdi. 1935’te Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde antropoloji kürsüsü nakledildi. O tarihten itibaren eğitim kesintisiz olarak eğitim vermeye devam etmektedir.

Adli antropoloji: Biyolojik antropolojinin bir alt dalıdır. Adli vakaların çözümüne yönelik yapılan çalışmaları kapsar. İskeletleşmiş insan kalıntılarının morfolojik yönden incelenerek, kimliklendirmesinin yapıldığı alandır. 

Adli antropoloji 2 ünlü cinayet ile dikkatleri çekmiştir: Parkman-Webster cinayeti ile Luetgert cinayeti (bu konulardan da ayrıca bahsedilecek).

Thomas Dwight, günümüzde adli antropolojinin kurucusu olarak kabul edilmektedir. Dwight, insan iskelet kalıntılarından cinsiyet, yaş ve boy tahmini için gerekli prosedürü geliştiren ilk kişidir.

Adli antropolojinin gelişiminde “The Human Skeleton in Forensic Medicine” (Wilton M. Krogman, 1903) isimli eserin büyük katkısı olmuştur. Bu kitabın ikinci baskısında M. Yaşar İşcan’ın (1986) da katkısı olmuştur. Diğer önemli bir eser de T. Dale Stewart’ın “Essentials of  Forensic Anthropology” adlı çalışmasıdır (1979).

Adli antropologlar adli olaylarda, kaza, afet  ve savaşlarda, çürümüş insan bedeni veya iskeletleşmiş kalıntıları toplar ve kimliklendirmesini yapar. Adli antropoloji laboratuvarına gönderilen iskelet kalıntılarının üzerinde (varsa) bulunan yumuşak doku kaynar su tankına konulur. Ardından kemikler kurutulur ve ardından tüm kemikler anatomik pozisyona getirilir. Bu şekilde eksik kemiklerin belirlenebilmesi de kolaylaşır.

Burada ölüm sonrası geçen zaman (PMI-postmortem interval) tahmin edilir. Bu aşamada adli botanikçi, adli entomolog ve adli potologtan yardım alınır. Ardından biyolojik profil oluşturulur.

Kaynaklar

  • Demirel F. Türkiye Antropolojisinin tarihçesi ve gelişimi üzerine, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2011.
  • Beals LB, Hoijer H. Antropolojinin konusu ve alanı, 1972 (Çev. Erginer G)